Senelerdir Amerikan filmlerinden izleyip özendiğimiz, kolej montları, kask ve shoulder padler (omuzluklar), ponpon kızlar, yüz boyaları ve birçok farklı değişkenle birlikte Amerikan futbolu kimsenin derinlemesine bilmediği ama bir şekilde aşina olduğu Amerikan kültürünün ögelerinden biri.
Ülkemizde oynanmaya başlaması, takımların kurulması, federasyonlaşma ve milli takımın kurulması ise çok da geç yıllara dayanmıyor. 80’li yılların sonunda Boğaziçili öğrencilerin kurduğu ilk takımla temelleri atılan Amerikan futbolu, 2010’lu yıllarda Türkçeleştirilerek “Korumalı Futbol” adını alıyor.
Uzun yıllar boyunca ekipman olmadan oynanan “korumalı” futbol 2000’li yılların başında Ankara takımlarının girişimleriyle Türkiye’ye geliyor ve gerçek anlamda korumalı olarak futbol oynanmaya başlıyor. Federasyonun kurulması 2001 tarihinde olsa bile öncesinde gayrıresmi turnuvalar ve maçlar yapılıyor. Bu süreçte Hacettepe Üniversitesinin dominasyonu kulaktan kulağa günümüze kadar konuşuluyor. O dönemde bir sayı bile yemeden şampiyon olunan sezonlar, maç kaybetmeden şampiyonluğa ulaşan bir jenerasyondan bahsediyoruz.
2001 yılında federasyonun kurulmasıyla ilk resmi lig organizasyonu düzenleniyor ve Covid dönemi hariç aralıksız olarak oynanıyor. Bu süreçte çok farklı iniş ve çıkışlara şahit olan korumalı futbol, belki de zirvesini Covid öncesi dönemde görmüş sonrasında da büyük bir darbe almış oluyor.
Milli takımın kurulması, Avrupada gelen başarılar sporun gençler arasında yaygınlaşmasına ve tekrar yükselen bir ivme kazanmasına önayak oldu. Ülkemizde gecekondusal bir federasyonlaşma olduğunu söyleyebilirim, birbirinden bağımsız birçok spor branşı aynı federasyonun altında yer almakta. Ragbi Federasyonu altında, korumalı futbol, beyzbol, softbol ve son zamanlarda popülerleşen bayrak futbolu (flag futbol) bulunuyor. Bu durumun avantajları olduğu kadar dezavantajları da olduğunu düşünüyorum. Ayrıca ülkemizdeki 50 civarı takımın hepsinin üniversite tabanlı olması sebebiyle de takımlar Üni-lig spor federasyonuna bağlı oluyor. Takımlarımızın üniversite tabanlı olması dışarıdan bakıldığında bizi Amerikadaki kolej sistemi gibi bir sistem içinde olduğumuz yanılgısına itebilir çünkü çoğu üniversitede korumalı futbolu takımı bulunmakta ama henüz draft, burs, sporcu-öğrenci, lise futbolu gibi konularda çok eksiğimiz var.
Federasyon altında oynanan ilk resmi maçlar 2013 tarihlerine dayansa da korumalı futbolun üniversiteler ligine dahil olması daha geç yıllarda olmuştur. Aslında profesyonel liglerimiz için çok iyi bir rezerv ligi halinde olabilecek üniversiteler ligi takımları hala okullardan ve yöneticiler tarafından yeterli desteği göremiyor. Temel ekipman, forma, ulaşım, konaklama gibi konular takımlar tarafından karşılanamıyor ve öğrencilerin özverisine bırakılıyor.
Bana göre Türkiye’deki korumalı futbol kalitesi, ligin izlenebilirliği, reklam vb. unsurlar yıllar içerisinde sürekli hız treni gibi iniş çıkışlar yaşamıştır. Yine benim şahit olduğum en üst seviyeye de Covid öncesi dönemde ulaşılmıştır. Süper ligdeki neredeyse her takımın yabancı oyuncuları, yabancı koç ve antrenörleri bulunurken maçlar S Sport’ta yayınlanıyor yorumcu ve farklı kamera açıları kullanılıyordu. Ligin her sırasında çekişme hatta alt liglerde de üst lige çıkmak için büyük mücadeleler veriliyordu. Yine covid öncesi dönemde U-19 takımlarının varlığı, lige alttan oyuncu yetiştirme konusunda büyük destek sağlıyordu ve Türkiye’de (genelde İstanbul ve Ankara ile sınırlı) futbolun gelecek nesillerini garanti altına almak adına çalışılıyordu. Covid sonrası dönemde ise yine bir gerilemeye giden lig, ilginç bir şekilde tarihinin en çekişmeli dönemlerinden birini yaşadı. Yine canlı yayınların olduğu ama Youtube üzerinden yayınlanan Covid sonrası ligin normal sezonu Anadolu Rangers’ın namağlup liderliğiyle ve normal sezon galibiyeti mağlubiyetinden az olan Boğaziçi Sultans’ın şampiyonluğuyla son buldu. O sezonun bu kadar çekişmeli geçmesini de Türkiye Korumalı Futbol tarihinin en üst seviyesi olan European League of Football organizasyonuna girilmesi olarak yorumluyorum. Başarı olarak en üst seviye olup olmadığı tartışılsa da Türkiye organizasyonel olarak futbol konusunda zirveye çıktığı bir sezon yaşadı. Devamında dengesiz kur ve yüksek maliyetler nedeniyle ELF rüyası yalnızca bir sezon kadar devam etti. Birçok tartışmalı transfer, yüksek deplasman maliyetleri, yürütülen büyük bir organizasyon, Türk futboluna büyük bir heyecan ve birikim getirdi bununla beraber birçok oyuncu kendilerini Avrupada gösterme şansı buldu. Atilla Işık o sezonun en iyi çaylak defans oyuncusu seçilerek Türkiye’ye büyük bir gurur yaşattı. Alper Peközer de All-Star’a seçilerek yine Türk futbolu için mihenk taşlarından biri oldu. Geçtiğimiz 2022-2023 sezonunda Türk Milli Takımı yeni bir yapılanmaya giderek koç ve yönetici kadrosunda değişikliğe gitti ve IFAF’ın düzenlediği Avrupa takımları sıralama maçında İrlanda’ya karşı ilk resmi galibiyeti alarak yine tarihe önemli bir not düştü. Türk futbolunun ivmesi çok hızlı olmasa da artmaya devam ediyor. Futbolun globalleşmesi, antrenörlerin tecrübe kazanması ve verilen kümülatif emeğin büyümesi bunu sağlasa da futbolun başlama yaşını düşürmediğimiz, ligde standardizasyona gitmediğimiz ve PR çalışmalarına ağırlık vermediğimiz sürece Türk Futbolu bu hız treni içerisinde bir yukarı bir aşağı şekilde gitmeye devam edecek.